Kitaplarım

 

Olması Gereken İş Ahlâkı  

 

 

Ahlâk, bizim başkaları hakkında nasıl düşünmemiz veya onlara karşı nasıl davranmamız gerektiğini ya da başkalarının bizim hakkımızda nasıl düşünmesi ve davranması gerektiğini gösteren standartlardır. Ahlâk, doğru ve yanlış davranışı tanımlayan bir kurallar setidir.
Günümüz insanının ekonomik ve sosyal yönden hızlı bir şekilde güçlenmesi ve gelişmesi insanın refah ve mutluluğunu da etkilemektedir. Ancak bu gelişmelere rağmen hiçbir zaman insanoğlunun tatmin olması mümkün olmamıştır. Olması da beklenmemektedir. Çünkü ekonominin (iktisat) tanımında ekonomi kıt olan kaynaklarla sınırsız olan insan ihtiyaçlarını karşılama faaliyeti ve çalışması yatmaktadır. Günümüz insanının hızla gelişen bu ekonomik şartları insandaki güçlenmesini beklediğimiz manevi ve ahlâki değerlerin zayıflamasına neden olmaktadır. Oysa beklenilen şey ise geliri yükselen, mümkün olduğunca istediklerini alabilen, ihtiyaçlarını giderebilen, gelir seviyesi ve yaşam standardı yükselen insandan daha fazla saygı, daha fazla yardım severlik, daha fazla çevreye karşı duyarlılık beklerken tam tersi yaşanmaktadır. Buradaki temel kaybımız ise bireyde, işletmelerde ve toplumdaki ahlâki değerlerin zayıflamasında yatmaktadır.
Ahlâk, insanın insan olma özelliğinin bir ifadesidir. Öyleyse ahlâkî insanın beşerilikten insanlığa doğru yükselmesini ve bu uğurda çalışması gerekmektedir. Şu asla unutulmamalıdır ki, ahlâk esas itibariyle dinin rahminde gelişir ve her dininde kendine has bir ahlâk geleneği vardır. Bu durum geçmişte böyle idi günümüzde de böyle olmaya devam etmektedir.
Günümüzde geçerli olan iş ahlâkının temeli iki taraflı bir olgudur. Bunlardan işçi ahlâkının temeli işçinin işini iyi yapması, girişimci ahlâkının temeli ise işçinin hakkını vermesidir. Oysa günümüzün tüketicinin korunması, asgari ücret ve gelir dağılımı gibi konuları incelediğimizde iş ahlâkının çok gerilerde olduğunu görebiliriz.
Günümüz ekonomik sistemleri içerisinde ahlâksızlık akılsızlık olarak görülmektedir. Ahlâk ve erdem olmadan kalkınmanın gerçekleştirilmesi mümkün değildir.
Mensup oluğumuz toplum ve iktisat geleneği nizam kavramına dayalı denge fikrini esas alır. Bu nedenle iş bölümü, emek, sermaye çelişkisi değil emek-sermaye işbirliğini benimser. Bu düşüncenin en önemli unsurlarını insan sevgisi, merhamet, adalet ve kul hakkı gibi ahlâki ilkeler oluşturmaktadır. Kişinnin toplumun çıkarlarını kendi çıkarlarından üstün tutması bunun asgari şartıdır.
Geleneksel sosyo-ekonomik sistem içinde başkalarını kendine tercih, merhamet, hürmet, hizmet, samimiyet ve tevazu gibi kavram ve haller, ahlâk eğitiminin esasını oluşturmuştur. Ülkemizde geleneksel ekonomi zihniyetinin temelinde kul hakkını önemseyen toplumcu bir anlayış vardır. Sosyal adalet, dayanışma ve güvenliğin temeli olan hizmet ilkesi de bunu vurgular.
Geleneksel iktisat anlayışımızda hukuki kurallar, genellikle ahlâki kuralların gerisinde emniyet anahtarı vazifesini görürler. Örneğin, zarara uğrayan kimse zarar verenden hakkını almalıdır. Bu bir hukuk kuralıdır. Fakat affetmesi daha hayırlıdır. Bu ise ahlâk kuralıdır. Kişinin kazandığının sahibi ve maliki olması gerekir. Fakat bu mülkten diğer insanları da faydalandırması ahlâkî bir kuraldır.
Bireysel hayatı sosyal hayata bağlayan üç temel husus vardır. Sorumluluk, iyi niyet ve samimiyettir. Ahlâkın üretim, bölüşüm, mübadele ve tüketim gibi ekonomik faaliyetlerle ilgili kısmına ekonomik ahlâkı denir. Ekonomik ahlâkın tahsisi olarak iş alanıyla ilgili kısmına iş ahlâkı denmektedir.
Başarılı ve uzun ömürlü aileler, örgütler, işletmeler ve devletler, mutlaka bir temel fikir veya ilkeye dayanırlar. Bu fikrin kaynağın özü ahlâk, din, tarih, edebiyat, felsefe, bilim veya insanların kendi deneyimleridir. Mısır’da çok eski çağlarda yapılmış bir terazinin kullanım kılavuzunda terazinin nasıl kullanılacağından ziyade, teraziyi kullanacak kişiye kılavuzluk eden cümleler bulunmaktadır. Bu cümlelerden üç tanesi şöyle demektedir: “Bu terazi hassas bir dengeye dayalı olarak ölçüm yapar, sen de bu terazinin hassas dengesini koruyacak kişisin. Onun için sana önce Tanrı’nın adalet kavramını ve ahlâkı açıklayacağım. Bunları benimsemezsen, bu terazi hassas bir şekilde tartmaz.” Bu nedenle terazi adaletin dürüstlüğün simgesidir.
İş ahlâkının çoğu tanımlamaları, belirli bir durumda neyin doğru ya da yanlış olduğunu belirleyen kural standart ve ahlâkî prensiplerle ilgilidir. Basit bir anlatımla iş ahlâkı, iş dünyasında davranışa yol gösteren ahlâkî prensip ve standartları kapsamaktadır. Bir işletme içerisinde, insan davranışlarını iyi veya kötü ya da doğru veya yanlış olarak değerlendiren olgunun incelenmesidir.
Bir çalışan veya yönetici, herhangi bir işletmede çalışmaya başladığı zaman, iş yerinde ayrımcılık, şirket kaynaklarının yerinde kullanılmaması ya da tüketicilerin ihlâl edilen hakları gibi birçok ahlâkî ikilemle karşılaşabilir. Bu ikilemler kadar önemli olan bir diğer konu ise, işletmelerdeki çalışanlarla işverenler arasındaki ilişkilerden kaynaklanan sorunlardır. Bugün, çoğu insan, herhangi bir işletmeye girdiğinde, hemen anında bir anlaşma imzalamamakla birlikte; genelde çalışanlarla işverenler arasında, anlaşma ve sözleşmelere dayalı bir ilişki biçimi söz konusudur. Her iki tarafında bir birinden beklentileri bulunmaktadır.
İşletmelerde karşılaşılan ahlâki sorunlar genellikle insan kaynağı ile ilgili sorunlar, çıkar çatışmasından kaynaklanan sorunlar, tüketicilerle olan ilişkilerde kaynaklanan sorunlar, işletmenin kaynaklarının kullanımıyla ilgili sorunlar ve işletmenin uygulamalarının hukuki ve ahlâki boyutuyla ilgili sorunlar şeklinde sınıflandırılmaktadır. Bunlar içerisinde çalışanlarla ilgili ayrımcılık, cinsel taciz, çalışanların hırsızlık yapması, çıkar çatışmalarından kaynaklanan ahlâki sorunlar, rüşvet ve komisyonlar, birilerinin nüfuzunu kullanması, iletişimden kaynaklanan ahlâki sorunlar hayli yer tutmaktadır.

 

Bütün işletmeler veya ekiplerde bireyler arasında ayrımcılık yapılmaktadır. Bütün örgütsel yapılar, işin gerekliliklerini taşıyan elemanları bulmaya çalışırken, yaptığı seçim ve terfilerin temelinde ayrımcılık yatmaktadır. Her hangi bir iş için başvuran adaylar arasından beklentilere uygun niteliklere sahip olanın tercih edilmesi, bireyler açısından önemlidir. Haksız ayrımcılığa temel oluşturan birçok kaynak ifade edilmektedir. En çok dikkati çeken ayrımcılık kaynakları ise, cinsiyet, ırk, etnik köken, yaş, din ve cinsel yönelim şeklinde sıralanmaktadır.
İşletme sahiplerinin topluma karşıda bir takım sorumlulukları vardır. Toplumlar, işletme sahiplerinden çevre, eğitim, sağlık ve kültür gibi toplumun ihtiyacı olan kamusal hizmetlerin yerine getirilmesi ile ilgilenmelerini beklemektedirler.
İşletmelerin tüketicilere yönelik ahlâki sorumlulukları vardır. Hiçbir işletme veya organizasyon, tüketiciler onun ürünlerini almadıkça, uzun ömürlü olamaz. Bu nedenle, herhangi bir şirketin en temel görevi, kendi tüketicilerini tatmin etmektir.
Çalışanların işten bekledikleri gelir, güvenlik, kariyer ve memnuniyet gibi amaçlarla yönetimin, hissedarların veya işverenin amaçları aynı değildir. Ücret-kâr ve otorite-itaat ilişkileri işverenlerle işçiler arasında çoğu zaman üstü kapalıda olsa çatışmaya neden olur. Çatışma ve iş birliğinin yan yana olduğu çalışma ilişkisi bir güç ilişkisidir. İşçi ile işveren arasındaki çıkar çatışmasının en önemli nedenlerinden biri, ücretin işçi için bir gelir iken işveren için bir maliyet olmasıdır. İşçinin yapması gereken iş bunun için gerekli olan fiziki ve zihni çaba seviyeleri ve işverenin otorite kullanımıyla işçinin işteki otonomisini koruma çabası da çatışma nedenlerinden birisidir. Ücretler, çalışma saatleri, iş güvenliği, sosyal güvenlik, ayrımcılığa maruz kalmama gibi hususlardaki düzenlemeler ise adalet çerçevesinde ele alınan başlıca konulardır. Çalışanlar paydaş olduklarından işyerinde temsil edilme ve söz söyleme hakkına sahip olmalıdırlar. Adil olma ise “eşit işe eşit ücret” gibi ilkeleri içerir. Adalet ve eşitlik gibi güven de önemli etik değerlerden biridir. Güven bir kimsenin dürüstlüğüne, adilliğine ve namuslu olmasına duyulan kökleşmiş inancı ve bir kimsenin herhangi bir şeyi yapacağı ve söylediği bir şeyin doğruluğunu bunların gerçekleştirilip, gerçekleştirilmediğine incelemeden inanmayı ifade eder. Kişiler arası ilişkilerde güven birine olan bağlılığı belirtir ama bağlılık güveni her zaman doğurmaz.
İşletmelerin ilk ve en başta gelen sosyal sorumluluğu ekonomik sorumluluğudur. Bazı iktisatçılar ise işletmelerin sadece ve sadece tek bir sorumluluğu olduğunu ve bu sorumluluğunda kaynakları etkin bir biçimde kullanarak, serbest ve açık rekabet koşulları altında hile yapmaksızın, yasalara ve toplumda genel kabul görmüş ahlâki geleneklere uygun davranılarak kâr elde etmek olduğunu belirtirler. Bu şekilde düşünenlere göre serbest teşebbüs ve özel mülkiyet sisteminde işletme yöneticisi, işletme sahiplerinin bir çalışanıdır. Ve yöneticiler, işverenlere karşı doğrudan doğruya sorumludurlar. Bu sorumluluk, işletmeyi yasa ve ahlâkî geleneklerle biçimlenen temel toplum kurallarına uygun olarak, genelde amaçları mümkün olduğunca fazla kâr elde etmek olan işverenlerin arzularına göre yönetmektir.
Hayırseverlik içinde hareket eden bir işletmenin hem toplum hem de kurum yararına olan stratejik davranışlar göstermesidir. Bu sorumluluk, bireylerin vicdan ve tercihleri ile biçimlenen sorumluluklardır. İşletmelerden toplumun beklentisi iyi bir kurumsal vatandaş olmasıdır. Bu toplumun refahını artırma için işletmelerin aktif bir biçimde yasalar ve programlarla meşgul olması demektir. Hayırseverlik örnekleri, işletmelerin finansman kaynakları ile sanata, eğitime veya topluma yardımcı olmasıdır. Geçmiş tarihimizde iş ahlâkı ve çalışanın yetiştirilmesi köklü ve hayli güçlü bir sistemle gerçekleştirilmiş olup, bunların başını ahilik teşkilatı çekmiştir. Ahilik teşkilatı, “Orta sandığı” gibi düzenlemeleriyle günümüzdeki “sosyal güvenlik” kurumlarının da ilk örneğini oluşturmuştur. Orta sandıkları, üyeleri için hastalık, sakatlık, yaşlılık ve ölüm gibi sosyal risklere karşı belirli bir gelir güvencesi sağlamayı amaçlamıştır. Bu kurumlar ihtiyacı olana borç verme, çalışamaz duruma gelene yardım etme gibi fonksiyonları da yerine getirmek suretiyle bir yardım sandığı işlevi de görmüştür.
Ahiliğin işyeri dışındaki merkezleri olan zaviyeler, çok işlevli mekânlar olup, eğitim, karşılaşılan mesleki sorunları çözme ve yönetim yeri işleviyle birlikte, sosyal hizmet işlevi de yerine getirmiştir. Fakirler, yolcular buralarda yedirilmiş içirilmiş ve yoksullara, düşkünlere, kimsesizlere yardımcı olunmuştur. Ahilik teşkilatı tarafından işyerlerinde çırakların yetiştirilmesine yönelik mesleki eğitim verilirken, zaviyelerde her meslek grubu kendi üyelerine ahlâk eğitimi vermiştir. Bu eğitim, ağırlıklı olarak tasavvuf eğitimine yönelik olmuştur. Her insanın bir işi, bir mesleği olması gerektiği ilkesini benimseyen; işsizliğe, aylaklığa kötü gözle bakan ahilik, helâl yoldan kazanmayı, eline, beline ve diline sahip çıkmayı esas alan bir ahlâki eğitimle üyelerinin yetiştirilmesini sağlamış; kusursuz mal üretmeye özen gösteren müşteriyi aldatmayan bir iş ahlâkı oluşturmuştur.
Yine bu dönemde sosyal sorumluluk bağlamında bu mesleki örgütler tüketiciyi koruma işlev görmüştür. Ahi teşkilatı, zarara uğrayan tüketicinin zararını ilgili esnaftan talep ettiği gibi, ikinci, üçüncü uyarılardan sonuç alınamaması durumunda esnafa “ihraç” cezası verirdi. Görüldüğü gibi birliklerinde esnaf ve sanatkârların meslek ahlâkına uygun tutum ve davranış içinde bulunup bulunmadıkları, kaliteli ve standartlara uygun mal üretip üretmedikleri teşkilat içindeki görevlilerce kontrol edilmekteydi. Kısacası bu teşkilat, bugünkü meslek kuruluşları için bir model niteliğindedir.

 

Harun GÖK

www.harungok.com

harungok38@hotmail.com