Ülkemiz ekonomisinin ve siyasi gelişmelerinin geldiği noktadaki durumunu değerlendirmek için yakın tarihimizin bir analizini yapmamız gerekmektedir. Bu nedenle onar yıllık periyotlar halinde gelinen noktayı değerlendirmeye çalışalım.
A) 1950’li yıllar çok partili hayata geçiş ve Demokrat Partisi ile Adnan Menderesli dönem; Bu dönemde ülke nüfusu 21 milyon olup nüfusun 5 milyonu şehirlerde 16 milyonu köylerde yaşamaktadır.
Bu dönemde 6 Ekim 1926 da Kayseri’de ilk uçak fabrikası kurulmuş ve bu fabrika Marshall yardımları nedeniyle 1952 yılında kapatılmıştır. Marshall yardımlarının detayına inmeye gerek yoktur. Çünkü bu yardımların ne olduğunu herkes biliyor. Daha önce kurulan Köy Enstitüleri de 1954 yılında kapatılmıştır. Bu dönemdeki olayları ve siyasi, ekonomik gelişmeleri sıralayacak olursak;
1. Ülkemiz 1946 yılında çok partili hayata geçmiştir.
2.1950 1960 dönemi Demokrat Parti iktidarında geçmiştir.
3.1950 yılında sanayi başta olmak üzere özel sektör yatırımlarına destek sağlamak amacıyla Türkiye Sınai Kalkınma Bankası kurulmuştur.
4.Yine 1950 yılında ithalat serbest bırakılmış ve fiyat kontrolleri kaldırılmıştır.
5. Adnan Menderes iktidarında banka faizleri düşürülerek işletmecilerin rahatlıkla kredi kullanmasına imkan sağlanmıştır.
6. Bu iktidar 1951 yılında yabancı yatırımcının ülkemizde yatırım yapması için Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanununu çıkarmıştır. 1954 yılında kanunda yapılan değişiklikle yabancı sermayeye yerli özel sektöre açık olan tüm alanlarda çalışma izni verilmiş olup bunun dışında yabancı şirketlerin elde ettikleri kârlarını yurt dışına transferine de izin verilmiştir.
7. Bu dönemde kamu kurumlarının özelleştirilmesi de gündeme gelmiş olup bu düşünceden vazgeçilmiş tersine herhangi bir özelleştirme yapılamadığı gibi 1954 yılından sonra mevcut kamu kurumlarının sayısı daha da artmıştır.
8. Bu dönemde tarım sektörü güçlenmiş olup tarım alanları genişlemiştir.
9. 1954 yılında yabancı petrol şirketlerine petrol üretme izni verilmiştir.
10. 1950 -1960 döneminde ülkemiz GSMH yıllık ortalama % 6.3 oranında büyümüştür. 1950 -1953 döneminde sabit fiyatlarla GSMH yıllık ortalama % 12 oranında büyümüştür.
11. Yine 1950 -1960 döneminde tarım sektörü yıllık ortalama olarak % 5,3 sanayi sektörü
% 8,1 ve hizmet sektörü % 6.5 oranında büyümüştür. Bu dönemde ihraç edilen ürünlerin % 85’e yakın kısmı tarım ürünlerinden oluşurken. İthalatın % 85’i yatırım malları ve hammaddelerden, % 15’i tüketim mallarından oluşmuştur.
12.Tarım ürünlerine verilen destekleme alım fiyatları yüksek tutulmuş olup Toprak Mahsulleri Ofisi zarara uğratılmıştır.
13. Dönemin yöneticileri bütçe disiplininden uzaklaşarak kamu harcamalarını iç borçlanma ve Merkez Bankası kaynakları ile karşılamaya başlamışlardır.
14. Bu iktidar döneminde kamu kurumları eş dost ve ahbapların istihdam deposu haline gelmiş olup daha sonraki siyasiler de bu kuralı sürdürerek devam etmişlerdir. Bu kurumların zararları da sürekli bütçeden karşılanmıştır.
15. Bu dönemdeki hızlı büyüme enflasyonun artmasına neden olmuştur.
16. 1958 İstikrar programı; Hızlı ekonomik büyüme ve sanayileşme adına körüklenen iç talep enflasyona ve dış ticaret açıklarına neden olurken 4 Ağustos 1958 yılında İMF güdümlü istikrar tedbirlerinin uygulanmasını kaçınılmaz kılmıştır.
17. Moratoryum ilan edilmiştir. (moratoryum; ülkenin dış borcunun kapatılması için yine dışarıdan borçlanma yapılarak ödeme yapılmasıdır.) İstikrar programı çerçevesinde dış borçlar ertelenmiş; ABD, OECD ve IMF’den yeni krediler sağlanmıştır.
18. Ağustos 1958’de TL devalüe edilmiştir. Kur 1 Dolar = 2,80 TL’den. 1 Dolar = 9 TL’ye devalüe edilmiştir.
19. Kamu harcamalarının sınırlandırılması ve bütçe dengesinin sağlanması kararlaştırılmıştır.1956 yılından itibaren iç fiyatların kontrolü terk edilerek, KİT ürünlerine yüksek oranda zam yapılmıştır. Alınan tedbirler doğrultusunda kısmi iyileşmeler yaşanmışsa da dış ticaret açıktan kronik hale gelmiş ve ekonominin dışa bağımlılığı artmıştır.
20.Dönem askeri müdahale ile son bulmuştur
B) 60’lı yıllarda ülke nüfusu 28 milyon olup bunun 19 milyonu kırsal kesimde yaşarken 9 milyonu şehirlerde yaşamaktadır. İhtilal sonrasının Adalet Partisi ve Süleyman Demirel coşkusu, 1963-1967 yıllarını kapsayan I. Beş Yıllık Kalkınma Plânı ile birlikte tarım dışında sanayiye ağırlık vererek sanayi yatırımlarına başlanmıştır.
– Çok kısa sürede Kütahya Azot Fabrikası,
-1964’te Chrysler Sanayi Anonim Şirketi,
-1965 Ereğli Demir- Çelik işletmeleri
-1965’te Arçelik Çayırova Tesisleri,
-1967’de Northern Elektrik Telekominikasyon Şirketi (Netaş), kurulmuştur. Küçük sektörlerin büyümesi yönünde ele alınan rakamlar gerçekleşmese de büyüme hissedilmeye başlanmıştır.
1960′ lı yılların başı siyasal ve ekonomik olaylarla başlamış ve devam etmiştir.
Bu dönemde;
1.Türkiye 31 Temmuz 1959 da Avrupa Birliğine ilk kez başvuru yaptı. O dönemin şartlarına bakıldığında Türkiye’nin AB ye girmesi için çok güçlü bir aday olduğu düşünülüyordu. Güçlü bir ordusu vardı ve Rusya’ya karşı kalkan olabilirdi. Ayrıca emek ihracında bulunabilecek kadar da çok nüfusa sahipti.
Ancak bu düşünce1960 yılında Cemal Gürsel tarafından ülke yönetimine el konulmasıyla sona erdi. Yani AB hayallerimiz masaya oturamadan suya düşmüş oldu.
2. 30 Mayıs 1961 yılında Devlet Planlama Teşkilatı kuruldu. Bu dönemde planlamalar ithal edilen malların kendi içimizde üretilmesini amaçlıyordu. Bu amaç için yapılan kamu yatırımlarının olumlu sinyaller vermesi ile yapılan ithalatın %90 a yakını hammadde ve ara girdilerden oluşmuş olup büyüme hızı % 9’a kadar ulaşan Türk Sanayisi en yüksek büyüme bu dönemde yaşamış oldu.
3. Sanayinin yapmış olduğu bu ataklar ile 1963 yılında kişi başı milli gelir 249 $ iken 1970 yılına gelindiğinde bu rakam tam 539 $ a yükselmiştir.
4. Ülke bu döneminde sürekli olarak dış ticaret açığı vermeye başlamış olup büyüme’de bu sayede sağlanmıştır.
5. Bir gösterge de dış ticaret hacmi. İhracat ve ithalat rakamlarının toplamına dış ticaret hacmi denilir.
Türkiye’nin 1960 yılındaki dış ticaret hacmine baktığımızda 788 milyon dolar olarak görünüyor.1970 yılında ise bu rakam 1 milyar 536 milyon dolar seviyelerine kadar yükseliyor.
1960 ihtilalından sonra1961 Anayasası
27 Mayıs 1960 darbesini yapan küçük rütbeli subayların oluşturduğu bir Milli Birlik Komitesi ve Temsilciler Heyetinden oluşan kurucu meclisin bir ürünüdür. 6 Ocak 1961’de göreve başlayan Kurucu Meclis 1961 Anayasasını hazırlayıp bu anayasayı halk oyuna sunmuş ve %61 kabul oyu alarak anayasa yürürlüğe girmiştir.
Siyaset alanında ise şüphesiz bu dönemin en etkili ismi Süleyman Demirel’dir Adalet Partisi ile birlikte 1965 te tek başına iktidara gelmiştir.
Ekonomik olarak bu dönemde kalkınma hamleleri devam etmekle birlikte önce hafif sanayide ilerleyip daha sonra ağır sanayiye geçiş hedeflenmiştir.
1970’ li yıllarda yaşanan 12 Mart Askeri Muhtırası yönetimin değişmesine neden olmuştur.
Bu dönemde siyasal alanda meydana gelen bu gelişmeler hem de toplumsal olarak gerçekleşen öğrenci olayları ve şiddet gösterileri özellikle (68 kuşağının) ekonomik olarak gelişimin önüne set olmuştur ve sanayileşme ve kalkınma planlarının tam anlamı ile gerçekleşmemesine neden olmuştur.
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
C) 70’li yıllar ülke nüfusu 36 milyona yaklaşmış olup 14 milyona yakını şehirlerde 22 milyona yakını kırsal kesimde yaşamaktadır. Bu dönem koalisyonların ve siyasi tıkanıklıkların ekonomiye yansıması, 1968-1972 yılında uygulanan II. Beş Yıllık Kalkınma Planıyla da büyükşehirler dışında diğer illere de sanayi alanında petro-kimya, çimento, makine, cam sanayilerine yatırım yapılması ve kırsal alanların desteklenmesi şeklinde politikalar izlenmiş ve genel anlamda başarı da sağlanmıştır.
Bu dönemde özellikle;
– Sanayi bitkileri ve yağlı tohumların toplam üretim miktarı içindeki payı artmıştır.
-1969’da İzmir Pirelli Fabrikası,
-1970’te Çaycuma ve Aksu Kağıt Fabrikaları,
-1971’de Dalaman Kağıt Fabrikası açılmıştır.
1973- 1978 yılları arasında lll. Beş Yıllık Kalkınma Planı uygulanmaya çalışılmış olup bu dönemde sanayi ağırlıklı ekonomik yatırımlar ön plana çıkarılmaya çalışılmıştır.
1970-1975 Dönemi:
12 Mart 1971 tarihinden 14 Ekim 1973 seçimlerine kadar Türkiye’de “Partiler üstü hükümetler” dönemi yaşanmıştır. 1971-1973 yılları arasında ikisi Nihat Erim, bir Ferit Melen ve biri de Naim Talu tarafından olmak üzere dört hükümet kurulmuş, sıkıyönetim ilanı ve olaylara karışmış bazı öğrencilerin idamı kararları dışında hiçbir ciddi karar alınamamıştır.
Bu dönemlerin en önemli gelişmeleri ise Orta Doğu Savaşlarından sonra meydana gelen Petrol Krizleri ve 1974 Kıbrıs Çıkartmasıdır.
15 Temmuz 1974′ te Kıbrıs’ta EOKA’cı lider Sampso’nun darbe ile başa geçip Adaya askeri harekata girişmesi ile birlikte yapılan diplomatik görüşmelerinin sonuçsuz kalması ile birlikte 14-16 Ağustos 1974 de ikinci harekat gerçekleşmiştir. Kıbrıs Barış Harekatının maliyeti ne olursa olsun Ordu ve Hükümete büyük itibar sağlamıştır.
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
D) 80’li yıllar ülke nüfusu 45 milyona dayandığı, 20 milyona yakını şehirlerde 25 milyonu ise kırsal kesimde yaşamakta olduğu 12 Eylül 1980 darbesinin damga vurduğu, Kenan EVREN ve ekibinin ülke yönetimine el koyduğu yıllarla başlamış olup daha sonra yapılan seçimlerde iktidara gelen Turgut Özal liderliğinde Türkiye’nin dünyaya açılma politikasının uygulandığı yıllardır. 1978-1984 yılında uygulanan IV. Beş Yıllık Kalkınma Planı öncesinde ülkemizde yine siyasal anlamda sıkıntılar ortaya çıkmış ve bunun gölgesinde bu planın amacı ve hedefleri belirlenmeye başlamıştır. 1980 li yıllar önceki yılların birikimi ve sıkıntılarıyla başlamış olup
24 Ocak 1980 Kararlarının alınmasına neden olmuştur.
24 Ocak Kararları ile birlikte ekonomik bir dönüşüm daha yaşanmaya başlanmış olup, özellikle önceki dönemlerde uygulanan planlı ve müdahaleci politika yerine Neo-Liberal ve serbest piyasaya önem veren kapılarını dışa açan bir Türkiye izlenimi bu dönemde gerçekleşmiştir.
24 Ocak Kararları kısaca aşağıdaki gibidir.
1. Döviz gelirlerinin yetersiz olması nedeniyle reel ithalât 1978 ve 1979’da sırasıyla %35,2 ve %13,2 azalmıştır. Türkiye ekonomisinin ara ve yatırım malları açısından büyük ölçüde dışa bağımlı olmasıyla GSMH, 1979’da reel olarak azalma göstermiştir.
2. İhracat reel olarak 1979’da %20 gerilemiştir.
3. 1979’da ödenmeyen dış borçlar ertelenmiş, ekonominin kredibilitesi artık son noktasına varmış ve dış borç servis yükü %45,6’ya yükselmiştir.
4.Üretimin aksaması atıl kapasite oranını artırmış; maliyetler yükselmiş; mal ve hizmet arzı azalmıştır.
5. Üretim azalırken ve maliyetler yükselirken toplam harcamalar azalmamış, böylece enflasyon hızı devam etmiş ve 1979’da %63,9’a ulaşmıştır.
6. Ayrıca Türkiye ekonomisinin lokomotiflik görevini yapan tarım üretimi, ithal girdilerinin (gübre, ilaç….) azalmasıyla tehdit altına girmiştir.
7.Diğer taraftan sanayi sektörünün GSMH içindeki payı, sabit fiyatlarla 1978’de %24,1 iken 1979’da %22,9’a düşmüştür.
8.İhracatın ithalâtı karşılama oranı %45’e düşmüştür 12 Eylül 1980 Darbesi ve 1982 Anayasası
1980-1985 Dönemi Sanayileşme Çabaları ve Ekonomik Görünümü ise şu şekildedir.
24 Ocak kararları ile birlikte ekonomide ithalat ve ihracat alanında gelişmeler yaşandı. Özellikle tüketim mallarına olan talep artışı ciddi boyutlara ulaştı ( beyaz eşya, televizyon vb.) ihracat rakamları artış gösterdi ama ithalat’ta buna paralel olarak ciddi anlamda arttı.
Bununla birlikte vergi adaletsizliği, gelir dağılımı bozuklukları ve kayıt dışı ekonomi artış gösterdi.
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
E) 90’lı yıllar ülke nüfusu 56,5 milyona ulaştığı, bunun 33,5 milyonu şehirlerde ve 23 milyona yakını kırsal kesim de yaşamakta idi. Devletin krize girmesi ve 5 Nisan 1994 kararlarının alınması, 1993 yılı Kasım ayında göreve gelen DYP-SHP
(Çiller-Karayalçın) hükümeti, iç borçlanma politikasında maliyetleri düşürecek arayışlara girmiştir.
Kasım-aralık aylarındaki borçlanma ihalelerini iptal etmiş, 1994 yılı başından itibaren borçlanma kağıtları üzerinden elde edilen faiz gelirlerine ek vergi getirme kararı almıştır.
Bunun sonucunda ülkeden hızlı bir sermaye çıkışı başlamıştır. Yurt dışından gelip TL’ye çevrilen ve yüksek reel faizlerle iç borçlanma kağıtlarına yatırılan kısa vadeli sermaye hareketlerinin kaynaklık ettiği fonlar, daha sonra döviz talebine dönüp bankalardan yüksek miktarlı çekilişler ile yurt dışına çıkmaya başlamıştır.
Kur hareketi 27 Ocak’ta başladı. Dolar bir günde 15 bin 200 liradan 17 bin 200’e (yüzde 14) tırmandı. Sakinleşebilirdi. Çiller faktörü devreye girdi. 10 Mart’ta 20 bini, 5 Nisan’da 23 bini, 7 Nisan’da 40 bini gördü. IMF anlaşması ile 22 Nisan’da 29 bin 500’e geriledi.
Dalganın şiddetini görmek için bugüne uygulayalım. 2 Ocak 2018 de serbest piyasada doların açılış fiyatı . 2.78TL’den 6.20 TL’ye fırlaması demektir. 2001 krizi de yanında hafif kalıyor. On ayda dolar yüzde 120 artmıştı.
90’lı yıllarda Türkiye’nin ekonomik durumu: Türkiye ekonomisi 1990’lı yıllardan itibaren sıklaşan aralıklarla krizlerle karşı karşıya kalmıştır. Yaşanan bu krizlerde dışsal etkenlerin de rolü olmakla beraber krizlerin başlıca nedenleri: Sürdürülemez bir iç borç dinamiğinin oluşması ve başta kamu bankaları olmak üzere mali sistemdeki sağlıksız yapının ve diğer yapısal sorunların kalıcı bir çözüme kavuşturulamamış olmasıdır.
1990’lı yıllarda Türkiye Hollanda hastalığına tutulmuştu.(Hollanda hastalığı; bir ülkenin sahip olduğu doğal kaynakların uluslar arası arenada değerlenmesi ya da yeni doğal kaynakların bulunması sonucunda ülkede ticareti yapılmayan malların üretiminde ve fiyatlarında bir artış yaşanması buna karşılık ticareti yapılabilen endüstri mallarında bir azalma ortaya çıkarması olayıdır.)
Sermaye hareketlerini serbestleştiren bizim gibi bir ülkede makro ekonomi yönetim ilkeleri gerektiği gibi uygulanamamıştır. Yüksek enflasyonun oluşturduğu belirsizlik ortamında dış kaynak akımı kısa vadeli bir yapıya bürünmüştür.Dış borçlanmada devletin payı azalmıştır. Banka kesiminin ve özel sektörün payı büyürken,kısa vadeli sermaye giriş çıkışları, sistemi sarsmaya başlamıştır.
1994 krizinde kamu borçlanma gereğinin büyüdüğü bir aşamada,faizlerin düşürülmesi TL’den kaçışı ve dövize hücumu başlatmıştır. Böylece TL yabancı paralar karşısında değer kaybetmiştir. Döviz fiyatları 3 ay içerisinde %230 artmış,faiz oranları %100’lerden %1000’lere tırmanmaya başlamıştır.
Bu dönemde beklenti faktörü değişik sebeplerle olumsuz etkilenmiş, kısa vadeli sermaye giriş çıkışları ekonomiyi alt üst etmiştir. Bütün bunların yanında asıl sorunun,kamu finansman açıklarından kaynaklandığı da bilinmektedir. Ekonomi gücünün üstünde zorlanmış ve sağlam kaynak yaratılamamıştır.
1994 Krizi: 1994 krizi ile ilgili bilimsel çalışmalara göre krizin temel nedeni bütçe açıklarıdır. Artan likidite tüketim harcamalarını arttırarak ithalatın artmasına sebep olmuş ve cari işlemler açığı büyümüştür.Bütçe açığı para basılarak kapatılmak istenmiş ancak ülkede sermaye giriş ve çıkışı serbest olduğundan bir likidite artışı olmamıştır.
Bütçe açıkları sermaye hareketleriyle yok edilmeye çalışıldığından sermaye hareketlerinin bütçe açığı ve dış açık devam ederken gerçekleşmesi,yüksek faiz ve düşük kur olarak geçici bir denge oluşturmuştur.Yüksek faiz ve düşük kur politikası sermaye hareketlerinin girişini hızlandırırken uygulanan politikaların güvenilirliği ile ilgili kuşkular artmıştır.
Sıcak paranın bu açığı kapatması gerekirken enflasyonun artacağını düşünen yatırımcılar paralarını dövize çevirip kaçmışlar ve bir kriz doğmuştur.Sonuçta ikiz açık olarak nitelendirilen bütçe açıkları ile dış açıklar Türkiye’de 1994 yılında finansal krize neden olmuştur.
5 Nisan 1994’te hükümet dengeleri yeniden kurmak gerekçesiyle bir paket açıkladı.
5 Nisan Kararlarının amaçları, şöyle açıklandı
1- Enflasyonu hızla düşürmek,
2- Türk Lirasına istikrar sağlamak,
3- İhracat artışını hızlandırmak,
4-Ekonomik ve sosyal kalkınmayı sürdürülebilir bir temele oturtmaktır.”
Bunun için;
-KİT harcamalarının kısıtlanması,
– KİT ürünlerine bir defaya mahsus yüksek oranda zam yapılması,
-Bu arada özelleştirmeye hız kazandıracak çalışmalar planlanmıştır. Piyasa dengesi ve ödemeler dengesi bilançosu açıklarını kapamaya yönelik olarak;
– Faiz oranlarının arttırılması,
– Hazine tahvillerinin çıkartılması,
-Döviz piyasasının tamamen arz ve talep koşulları ile belirlenmesi ile serbest rekabet koşullarına bırakılmasının tercih edilmesi,
-Ulusal paranın devalüe edilerek IMF’den kredi sağlanmaya çalışılması gibi bir dizi paket önlem alınmıştır.
90’lı yılların hiç de öyle dünya ekonomisinin genişleme yaşadığı yıllar olarak tarihe geçtiğini söyleyemeyiz. 1990 – 1999 yılları arasında dünya ekonomisi ortalama % 3,1 büyümüştür, (2000 – 2014) büyüme oranı % 3,8’dir. Bunun dışında 1990’lı yıllarda gerçekleşen ekonomik durgunluklar ve krizleri hatırlayacak olursak;
1990 – 1993 : Genel ekonomik durgunluk
1993 – 1994 : Kara Çarşamba, AB para sistemi krizi
1994 – 1995: Meksika ekonomik krizi
1997: Asya Finans Krizi
1998: Rusya finansal krizi
Özetle, 1990’lı yıllar genel ekonomik iklim açısından hiç de iyi anılmayan bir dönemdir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gayri safi milli hasılası 1990’lı yıllarda yerinde saymamış veya gerilememiş aksine 149 milyar dolardan 247 milyar dolara çıkmıştır.
Bu dönemde Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeleri derinden etkileyen finansal krizler ve Türkiye’nin kendi krizlerine rağmen Türkiye 1990 – 1999 yılları arası her yıl ortalama % 4 büyümüştür.
Bu büyüme oranı ile dünya ortalamasının, gelişmiş ülkeler ortalamasının ve içinde yer aldığı gelişmekte olan ülkeler ortalamasının üzerindedir.
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
F) 2000’li yıllar ülke nüfusunun 68 milyona dayandığı 44 milyonun şehirlerde 24 milyonun kırsal kesimde yaşadığı dönemdir ki kronik bankacılık krizinin Kemal Derviş önderliğinde aşılmaya çalışılan entrikalarla dolu bir dönem daha başlamış oldu.
Türkiye Ekonomisi, Cumhuriyetin ilanından günümüze kadar geçen süre içerisinde pek çok ekonomik kriz ile karşı karşıya kalmış ve belli başlı ekonomik sorunlarla mücadele içerisinde olmuştur.
– 2001 krizinde dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e yazar kasa atılmıştı.
– 2000’li yılların başında ardı ardına yaşanan Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri Türkiye ekonomisinde büyük etkiler oluşturmuş ve bir anlamda yeni karar ve önlemlerin alınmasına neden olmuştur.
– Borsa yüzde 14.6 düştü, repo faizleri yüzde 760’a fırladı, 7.6 milyar dolarlık döviz çıkışı oldu. 510 bin kişi daha işsiz kaldı.
– Türkiye, 19 Şubat 2001’deki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasında yaşanan “Anayasa fırlatma” olayının ardından büyük bir ekonomik krize girdi.
– 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 16 yıl sonra Ecevit ile aralarındaki gerginliğin, Anayasa kitapçığı olayından değil, daha önce Fazilet Partisi’nin (FP) kapatılması davası nedeniyle başladığını açıkladı.
– Sezer, “Sayın Ecevit 2 kez bana gelip Fazilet’in kapatılmamasını ve Anayasa Mahkemesi (AYM) üyelerine telkinde bulunmamı istedi, ikisinde de reddettim ve aramızda büyük gerginlik oldu. Bu gerginlik sürerken, Anayasa kitapçığı olayı yaşandı. Asıl neden, Ecevit’in FP konusundaki isteğiydi” dedi.
– 2001 krizinin ardından alınan yeni önlemler ve 2002 yılından itibaren ortaya çıkan siyasi istikrar ile birlikte Türkiye ekonomisinde önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu çalışmanın amacı, 2000 sonrası dönemde Türkiye ekonomisinin son 15 yılına ışık tutulmasıdır.
– Bu amaçla; 2000-2014 yıllarına ait verilerden yararlanılarak milli gelir, büyüme, kişi başı milli gelir, istihdam, işsizlik, enflasyon, borçlanma ve dış ticaret başlıkları altında temel makroekonomik göstergelerdeki gelişmeler analiz edilmektedir.
2010 ‘a girerken ülkemizin nüfusu 74 milyon olduğu reel sektörün dış borçlanma ile krize adım adım yaklaşması dikkat çeken dönemdir. Yani zaman zaman coşku, zaman zaman sıkıntı dönemleri. Şimdi de sıkıntı dönemi.
– Her kriz veya sıkıntı döneminde izlenen istikrar programları… Örneğin 1990’lara girildiğinde yaşanan devlet krizi, 2000’li yıllara girerken bunu
zedeleyen bankacılık krizi istikrar programlarıyla bir şekilde atlatıldı.
IMF destekli çok ciddi ve acı reçeteler uygulandı. Yeni milenyuma girerken dünyada yaşanan likidite bolluğu ve dış ticarette liberal Politikaların da etkisiyle Türkiye ekonomisi yelkenlerini doldurdu ve yol aldı. Ciddi ve güzel gelişmeler sağlandı.
Bütün bu gelişmelerde ne yazık ki konjonktür öne çıktı. Türkiye’nin temel yapısal sorunları görülmedi veya görülmek istenmedi.
Adeta masanın üstündeki kiri altına alarak gizleme yolu benimsendi. Örneğin; sosyal güvenlik, tarım, vergi, yerel yönetim, yerinden yönetim, kayıt dışılık gibi konular veya sorunlar görmezlikten gelindi. Dünyadaki iyi ülke örnekleri alınmadı.
ilaveler yapılması. Devleşen metropoller, yükselen binalar, yeni model araçlar gelişmişlik zannedildi.
Daha da önemlisi eğitim yazboz tahtasına çevrildi, ihmal edildi. Ülkenin bütünsel bir eğitim planlaması oluşturulamadı ve dolayısıyla yaşama geçirilemedi.
Reel sektör krizinin adımları oluşturulmaya başlandı…
Yukarıdaki çarpık gelişmeler yaşanırken, bu arada özellikle 2010’larla birlikte reel sektörün yaşayacağı krizlerin temelleri atılmaya başladı.
Şöyle ki reel sektör;
-Çok büyük tutarda dış borçlanma yaptı,
-Borçlanma yetmiyormuş gibi dövize güvenerek açık pozisyona girdi,
-Artık dışarıya sermaye ihracına ve Türkiye’den kaynak çıkışına başladı,
– -Mikro düzeyde sağlam adımlar atmak yerine, hormon alarak büyüdü,
– -Çarpık ve sağlıksız mali tablolara sahip olmaya başladı.
– Kim ne derse desin, artık Türk reel sektörü ciddi bir krizin içerisindedir.
– Reel kesim sektörüne göre veya büyüklüğüne göre farklı tonlarda bu krizi yaşıyor.
– Öncelikle 2000’li yılların başı için özellikle de 2000-2007 arası için daralmadan bahsetmek mümkün değildir. Bu dönemde dünya ekonomisi her yıl ortalama % 4,4 büyümüştür. 2008 krizinden sonra 2009 yılında birçok ülke grubunda daralmalar meydana geldi. Gelişmiş ülkeler ortalama % 3,4 daralırken Türkiye % 4,3 küçüldü.
– 2008 – 2014 arası performansa baktığımızda Türkiye 2009 yılında ekonomik küçülme yaşayarak 2008 küresel krizin sıkıntısı yaşamış 2014’e kadar geçen süre boyunca da her yıl ortalama % 3,2 büyüyerek kaybettiklerini geri almıştır. Üstelik dünya
ekonomisi de o dönemde ortalama olarak her yıl tam da % 3,2 oranında büyümüştür.
– Özetle, Türkiye ortalama bir dünya ülkesi olarak krizin yaralarını sarmıştır. Eğer bir başarı karşılaştırması yapılacaksa 2008 – 2014 döneminde Türkiye’nin de dahil olduğu gelişmekte olan ülkeler de ortalama büyüme oranı % 5,2’dir. Türkiye bu ortalamanın gerisinde kalmış gözüküyor.
– Ne yazık ki bazıları hala bu gelişmelerin farkında değil.
– 1. Yöneticiler kamu kurumlarının cari harcamalarını minimize ve disipline etmelidir.
– 2. Personel alımlarına ara verilmeli uygun bir personel planlaması yapmalıdır. Toplumun her kesiminde ortaya çıkan devlet kurumunda çalışma isteği önlenmelidir.
– 3. Enerjinin doğalgazdan üretildiğini düşünerek kurumlarda kullanılan enerji, cadde ve sokak aydınlatmalarında tasarrufa gidilmelidir.
– 4. Kamuya ait tüm araçların envanterleri yeniden gözden geçirilerek kısıtlamaya gidilmelidir. Araçlar aynı zamanda birkaç kurum ve kuruluşun ihtiyacına tahsis edilmelidir. Ayrıca kurum yöneticilerine tahsis edilen araç sayıları da disipline edilmelidir.
5. Kamu alacaklarıyla ilgili çok fazla af getirmek veya buna benzer uygulamalar kamuya karşı sorumluluklarını yerine getiren işletme sahiplerini üzmektedir.
6. Türk parasının değerini korumak amacıyla, tüm devlet ihaleleri Türk Lirası cinsinden yapılmalıdır.
7. Köprü, tünel ve otoyol geçiş ücretleri Türk Lirası cinsinden hesaplanmalıdır.
8. Serbest piyasa adı altında döviz alım satımı yapan işletmelerle ilgili yeni bir hukuki düzenleme yapılarak para değişimi ve alım satımını bankalara vermek gerekmektedir. Para değişimini mümkünse sadece Merkez Bankaları veya Ziraat Bankaları yapmalıdır. Çünkü para olarak kullanılan kağıt
parçasının piyasası olmamalıdır. Ancak madenlerin, altın, demir, bakır, gümüş vb. metallerin piyasası vardır.
9. Ülkemiz için alınacak tüm tedbirlerde her şeyi özel teşebbüsten beklememek gerekmektedir. Yöneticilerimiz de bu konuda gerekli duyarlılığı ve hassasiyeti göstermelidir.
10. Bütün dünyada yasaklanmaya başlayan çevre kirliliği ve insan sağlığı bakımından dizel yakıt kullanımını ortadan kaldıracak çalışmalar yaparak enerji kaynağının üretiminde güneş ve rüzgar enerjisinden azami yararlanma ve üretimi, bununla ilgili yatırımların çok hızlı bir şekilde ortaya konması gerekmektedir.
11.On yıl öncesine kadar tarım ve hayvancılıkta üretimleri kendisine yeten sekiz on ülkeden birisi olan ülkemiz bugün tarım ve hayvancılık ürünü ithal eder duruma gelmiştir. Bununla ilgili kalıcı uygulanabilir çalışmalar yapmalıdır.
12. Ülkemizdeki tüm sendika gelirleri, kooperatif ve vakıflara ait tüm kurum ve kuruluşların çok iyi bir şekilde kontrol ve denetimi yapılmalı ve kontrolü ve denetimi kanunen mümkün olmayan kurumlar için hukuk sistemi yeniden düzenlenerek denetimi sağlanmalıdır. Çünkü vakıfların ve sendikaların kontrol dışı çok fazla finansman gücünün olduğunu düşünüyorum. Bu değerlerin ekonomide kullanılabilir hale getirilmesi gerekmektedir.
13. Sanayi şehri oluşturarak insanları şehirlere toplamak hiçbir fayda sağlamadığı gibi toplumun sosyal yaşantısında giderilemeyecek çok büyük yaralar açmaktadır. Bu nedenle yatırımları ilçelere kaydırmak, yatırım yapacaklara da yeni istisna ve indirimler uygulanmalıdır.
Şu unutulmamalıdır ki, piyasada dolaşan emisyon hacmi toplamı 138 milyar TL. olup bu miktarın 2,5 milyarı metal paradır, ayrıca son yıllarda Merkez Bankası piyasaya 13 milyar karşılıksız para da sürülmüştür.