Değerli arkadaşlar;
Bahçenize, bağınıza veya tarlanıza diktiğiniz bir fidana gerekli gübre, sulama, budama ve belli başlı bakımı yapmazsanız bu fidandan belirlediğiniz süre içerisinde gerekli meyveyi alma şansınız olmaz. Bu nedenle bu fidanın gelişmesi için ona bir zaman ayırmanız, ilgi göstermeniz, yeterli ve uygun bakımı yapmanız gerekmektedir.
Bu nedenledir ki gençliğimizi, geleceğimizi başıboş kendi haline bırakamayız.
Arkadaşlar eğer,
” Gençliğin ruhunu, işlemeyen bir tarla gibi, kendi halinde bırakırsanız orada ısırgandan ve dikenden başka bir şey bulamazsınız.
Bu nedenle her bireyin sosyal sorumluluk kavramını benimsemesi kişilerin eğitimi ve onların yetiştirilmesi için herkesin üzerine düşeni yapması gerekmektedir.
Toplumumuzun temel hastalığı kültür erozyonu ile başlayan sosyal çöküntüdür.
Beşeri ilişkilerimizde ve yaşantımızda ortaya çıkan cinayetlerin, kapkaçın, hırsızlığın, zinanın, sadakatsizliğin, boşanmaların, isyankarlığın ve asiliğin artmasının temel nedeni budur.
Oysa yaşantımızın özünü oluşturan milli ve manevi değerlerin yerinde ve zamanında verilmemesi, üzülerek belirtmek gerekirse, toplum fertlerini bu hale getirmiştir.
Toplumda sıkıntılı ve sorunlu olan bu kişiler gökten zembille inmemiştir.
Bir başka gezegenden gelmemiştir. Ancak bir başka ülke kültürünün empoze edilmesiyle bu hale gelmiştir.
Unutmayınız ki dikkatle incelenirse,
elimizde melez, özünü kaybetmeye yüz tutmuş yetişen veya yetişmeyen, vasıflı veya vasıfsız olan iki arada bir derede tabirine uygun bir toplum yapımız vardır. Bunu iyi analiz ederek çok iyi özümsemeliyiz.
Bize düşen görev yukarıdaki ifadede olduğu gibi bu değerleri görmek, ona göre tedbirimizi almaktır.
Günümüzde çevremize baktığımızda genel olarak kişilerin yaşantısından, bulunduğu konumdan mutlu olanı gösteremezsiniz. Toplumun % 70 nin kırsalda, % 30 nun şehirlerde yaşadığı dönemi hatırlıyorum Kırsalda yaşayanların bugünkü kazandıkları para ve gelir kadar cebinde değere sahip bulunmazken, bugünkü yaşantılarından daha mutlu ve huzurlu idi.
Şimdi ne oldu da bu insanlar daha huzursuz hale geldi?
Beşere bakıyorum; işletmeler, insanlar, şirketler, aileler ve kişiler amansız bir yarışın içerisindedirler.
İşçimiz, memurumuz, yöneticimiz, patronumuz velhasıl toplumun geneli anlaşılmaz bir boşluk içerisinde olup, birbirleri arasında tüketim, israf, sahip olma duygusu bakımından mesnetsiz bir yarış halindeler. İnsanların kazanmadan, zahmet çekmeden sahip olma, kazanmadığı parayı harcayarak borçlu yaşama duygusu bu sonucu ortaya çıkarmıştır.
Oysa; üstat Necip Fazılın dediği gibi “İnsanoğlu düşmüş dünya derdine.
Her gün bir cenaze görse de yine, ölümü kondurmaz asla kendine.
Ne büyük gaflet içinde beşer. Bilse ki bir nefes sonrası mahşer.” ifadesini görmemiz gerekmektedir. Yaşantımızda bir sıkıntı vardır.
Bunu biliyor ve görüyoruz.
Bunun farkındayız da.
O halde insanlarımızı nasıl mutlu, huzurlu ve sağlıklı hale getirebiliriz?
Şu ifadeye dikkatinizi çekmek isterim.
“Dünyaya güzel karakterlerini göstermeyi isteyen eskiler, önce devletlerini bir düzene koymaya çalıştılar.
Devletlerini düzenlemek isteyenler önce evlerine çeki düzen verme gereğini gördüler.
Evlerini düzene koymak isteyenler önce kişiliklerini terbiyeden geçirmeleri gerektiğini anladılar.”
Öyle ise toplumda huzurun sağlanması için insanları maddi değerlerden önce manevi olarak doyurmamız gerekmektedir.
Bu nedenle; şayet aile reisi iseniz eşinize, çocuklarınıza ve çevrenize kültürümüzü, manevi değerlerimizi, tarihimizi doğru bir şekilde anlatmalıyız.
Her birey sosyal sorumluluk ilkesi gereği çevresinden sorumludur. Dinimize göre de yardım etme ve ziyaret görevi, önce çevremizden başlamaktadır.
Özellikle çocuklarımızın eğitiminin doğru ve dolu olmasına dikkat etmeliyiz.
Onların geleceği ile ilgili kararlarında rahat, çok para kazanabileceği mesleklerden ziyade iyi insan nasıl olunur onu anlatmalıyız.
Onlardan kişilikli, şahsiyetli ve edepli olmalarını istemeliyiz. Burada şunu da unutmamak gerekmektedir.
İnsanların nasihatten çok iyi örneklere ihtiyacı vardır. Onlara rızkın helâl olmasının önemini yaşayarak göstermek, alın terinin ne kadar değerli olduğunu, bunun için de insanın şerefinin, onurunun velhasıl her şeyinin olduğunu izah etmemiz gerekmektedir.
Şayet ticaret erbabı veya işveren iseniz ticaret ahlâkına göre ticaretinize rota çizmelisiniz. Ahilik kültürüne sımsıkı sarılmalıyız. İşletmemizde çalışanların her ortamda eğitimi sizin ve ailenizin eğitimi kadar önemlidir.
Bu nedenle personelimizin her alanda gelişmesi ve bilinçlenmesi için ne gerekiyorsa yapmalıyız. Hak hukuk bakımından kanunlara saygılı olmalıyız.
Çalışanlarımıza ayrım yapmadan eşit ve adil davranarak onları maddi ve manevi olarak desteklemeliyiz.
Bu nedenle;
Cömertlik herkese yakışır ancak zengine daha çok yakışır.
Adalet herkese yakışır ancak idarecilere daha çok yakışır. sözü unutulmamalıdır.
Neslimizin eğitiminde en önemli etkenler aile ile başlayıp okulla devam eden bir süreç ve bu duruma çevreyi de katarsak yanlış yapmamış oluruz.
Çocukların ve gençliğin eğitiminde anne-babanın dışında çok büyük etken olan, çocuğun sosyalleşmesinde teknoloji de büyük pay sahibidir. İşte bu durumda tehlikenin kontrol edilemeyen kısmı başlamaktadır.
Bunun için; toplumumuzda eğitim verenler ve eğitim alanlar arasındaki beşeri ilişki ve iletişim, ne kadar güçlü olursa toplum içerisinde huzur ve mutluluk artacak ve sağlıklı özgüveni sağlam nesiller yetişecektir.
Bu nedenle toplumun eğitiminde söz sahibi olan, onların başarısını, başarısızlığını, huzurunu, mutluluğunu belirleyen konumda olan öğretmenler, eğitimciler, ustalar, kısım amirleri vb dir.
Sosyal hayatın içerisinde bireylerin kişisel gelişiminde en önemli sorumluluklardan ve sorumlulardan birisi de dini eğitim ve bu eğitimi verecek kişilerin özellikleridir.
Bunun için yaşam arenasında dini eğitim de önemli olup bu eğitimi verecek kişilerin de bu sahada donanımlı olması gerekmektedir. Toplumda oluşan “cemaatten önce imam camiyi terk eder gider” düşüncesini yok etmeleri gerekmektedir.
Bu nedenle insanları dağıtmak yerine toparlayıcı görevi üstlenmeli, bulunduğu yerin önemini kavramalıdır.
Cami imamlarımız görev yaptıkları camilere en az kırkbeş dakika önceden gitmeli ve kırkbeş dakika sonra çıkmalıdır. Bu süreler içerisinde cami cemaatine dini konularda vaaz vererek onları aydınlatmalıdır. Gerekiyorsa yüce kitabımızdan birkaç ayet okuduktan sonra onun anlamını ve gönümüzdeki önemine değinerek toplumun eğitimine katkıda bulunmuş olur. Sıcacık bir beşeri ilişki sonucunda genç neslin camiye gelmesi sağlanabilir. İnsanları dinden, namazdan, İslâmi değerlerden soğutmayacak, küstürmeyecek bir yaklaşım içerisinde kısa ve anlamlı izahatlarda bulunabilir. Bu konuda ilgili kişiler görevlerini yapmazlar ve suiistimal ederlerse başkaları değişik şekilde bu görevi yerine getirirler.
Aksi durumun tezahür etmesi birileri tarafından
“Arsızlığa cesaret,
Zinaya aşk derler.
Bir neslin ahlakını işte böyle yediler.” cümlesinde kendisini bulur. Bu nedenledir ki özellikle cami imamlarımıza çok büyük görevler düşmektedir.
Camilerimizin eğitim yuvası haline gelmesi, insanları sıkmadan, azarlamadan, yadırgamadan, hatta korkutmadan dini değerleri öğretmeli veya sorularına makul ve mantıklı cevaplarla yaklaşmalıdır.
Allah tan korkmaktan ziyade onun emir ve talimatlarının huzur kaynağı olduğunu, onun emirlerinin yerine getirilmesi ile onun sevileceği uygun bir dille anlatılmalıdır.
Görevli imamların kişilerle olan diyalogu uygun olmalı, herhangi bir konuda soru soran kişide asla pişmanlık hissi oluşturmadan manevi olarak doyurabilmelidir. Yine görevli din adamlarımızın bulundukları çevrede iş yerleri veya ev
ziyaretlerinde bulunmalıdır. Gerekiyorsa uygun bir dille çevre insanının camiye gelmesi cemaat olarak namaz kılması ile ilgili onlarla iletişim kurabilir. Bu vesile ile toplumun tanışması ve kaynaşması sağlanmış olur.
Diğer tarafta işletme sahipleri kendileri ve işletme çalışanları için gerekli mesleki eğitimin yanında dini eğitimleri için bir çalışma yaparak onların manevi olarak doymalarını sağlamalıdır. Binlerce dolarlık makine ve teçhizatımızı hammaddemizi emanet ettiğimiz değerlerin israf olmaması için mutlaka personelimizle sıcak ilişki içerisinde elimizden gelenin en iyisini yapmak durumundayız.
Düşünce olarak her işletmeye dini eğitim verecek bir din hocasının şart olduğunu söylüyorum. İşletmelerimiz için bu bir eksikliktir.
Şunu unutmayalım ki, bir camiden cemaat kaçıyor başka camilere gidiyorsa suçlusu caminin hocasıdır.
Bir fabrika ürettiğini satamıyorsa, rekabet edemiyorsa ve neticede zarar ediyorsa suçlusu işçi değil idareci veya işverendir.
Sonuç olarak her kim olursanız olunuz makamınız, mevkiniz ne olursa olsun işletmenizde bana da ihtiyaç var dini eğitim verecek hocaya da ihtiyaç vardır.
Manevi eğitimin benim vereceğim eğitimden daha önemli olduğunu söyleyebilirim.
Son olarak sizden ricam Peygamberimizin Veda Hutbesi ni ve Şeyh Edibali’nin Osman Gaziye nasihatini içinize sindire sindire lütfen okumanızı önererek düşüncelerimin dikkate alınacağını arzuluyorum.